Halk arasında “kalın bağırsak” olarak bilinen ve sindirim sisteminin en son kısmında yer alan bölgede gelişen bir hastalık olan kolon kanseri, yaşamı boyunca her 20 kişiden 1’inde görülmektedir.
Kolon ve rektum, sindirim sisteminin birer parçasıdır. Kalın bağırsak, ince bağırsaktan sonra gelen organlardır ve ortalama 1,5 m uzunluğundadır. Ters dönmüş U harfi şeklinde karnın sağ alt tarafından kör bağırsak ile başlar, yukarı çıkar ve karaciğer altından dönüş yaparak karnı yatay geçer. Sol üst köşede yerleşen dalağın altına gelir ve yine bir dönüş yaparak sol taraftan aşağı doğru yönelerek rektumla birleşir. Rektum, ortalama 15 cm uzunluğunda ve kalın bağırsağın genişlemesi sonucu oluşan sindirim sisteminin son kısmıdır.
Kolon kanseri, kolonda yer alan hücrelerde başlar. Hücre sayısı çoğaldıkça, peçete halkası gibi dairesel şekilde kolon etrafına yayılır. Erken tanı konması halinde, kanser hücreleri sadece kolon içi ile sınırlı olarak tespit edilebilir. Erken tanı konamaması halinde ise, kanser yakın organlara, lenf bezlerine ve kan dolaşımı yoluyla karaciğer, akciğer ve diğer organlara yayılım gösterebilir.
Kolon kanseri tedavisinde başarıyı getiren en önemli kriter ise erken teşhistir. Kanser erken evrede saptandığında hastalıktan tamamen kurtulmak mümkündür.
Gelişmiş ülkelerde, kolon ve rektum kanseri oranı, gelişmekte olan ülkelere göre 4 ile 10 kat daha fazladır. Kolorektal kanserin nedenlerini; yaşam tarzı, çevresel etkenlerdeki değişiklikler ve kalıtsal genetik faktörler olarak sıralanabilir.
Genetik Faktörler
Ailesinde daha önce kolorektal kanser görülen kişinin kanser riski fazladır. Kalıtsal genetik faktörler, risk oranını arttırır. Hem kalın bağırsakta bulunan ailevi adenomatöz polipleri, hem de Lynch sendromu olarak da bilinen herediter (aileden çocuklara geçen, ailesel) polip dışı kolorektal kanseri, kolon kanseri riskini arttırır. Genetik kolorektal kanserler hastalığın sadece %5-10’u oluşturmasına rağmen, bu genetik faktörleri taşıyan insanların hastalanma yaşı diğer kolon kanseri hastalardan daha gençtir ve daha fazla yaşamsal risk taşımaktadır.
Herediter polip dışı kolorektal kanseri (Lynch Sendromu), genetik kolorektal kanserlerin en yaygın olanıdır. Birbirine uyumsuz DNA eşleşmeleri sonucu, kalıtsal gen mutasyonu ile oluşur. Ortalama tanı konma yaşı 45’dir. Bu tür gen mutasyonu ile endometriyum (dölyatağı iç zarı), yumurtalık, ince bağırsak, ureter (idrar yolu) ve renal pelvis (böbrek havuzcuğu) kanseri oluşumuna yatkınlık görülür.
Kişinin ailesinde ve birinci derecede akrabalarında kanser öyküsünün bulunması ise hastalığın ortaya çıkışını ciddi oranda etkilemektedir. Ailesinde kolon kanseri olan kişilerin, yakınında kaç yaşında kolon kanseri tespit edilmiş ise bundan 10 yıl önce kolonoskopi yaptırmaya başlaması gerekmektedir. Ailesinde kolon kanseri hikayesi olmayan veya herhangi bir şikayeti olmayan tamamen sağlıklı kişiler ise 50 yaşından itibaren en az bir kere kolonoskopi yaptırmalıdır.
Polipler Kolon Kanserine Neden Olabilir
Kolon kanserinin oluşumunda; aşırı yağlı, kırmızı et ağırlıklı beslenme, şişmanlık, sigara ve alkol tüketiminin yanı sıra polipler etkilidir. Tarama kolonoskopileri sırasında kalın bağırsakta polip görüldüğünde kanserleşmeden alınarak hastalığın önlenmesi mümkün olmaktadır. Kadınlarda meme ve yumurtalık kanseri hikayesi bulunması da bu kişilerde kolon kanseri riskini artırmaktadır. Meme ve yumurtalık kanseri olan kişilerde de 50 yaşını beklemeden kolon kanseri açısından tarama yapılması önerilmektedir.
Polipler genellikle geç dönemde yani kansere dönüştüğünde belirti vermeye başlar. Poliplerin sadece küçük bir kısmı kansere dönüşmektedir. Ancak kanserlerin büyük bir çoğunluğu poliplerden geliştiği için oldukça dikkat edilmesi gereken bir konudur. Genel nüfusa baktığımızda bu oran %10-15 civarındadır. 50 yaş civarında nüfusun yaklaşık %25’inde değişik tiplerde polipler görülmektedir. 70 yaşı değerlendirdiğimizde ise görülme sıklığı %50’ye yakındır; yani poliplerin görülme sıklığı yaşla birlikte artmaktadır.
Poliplerin özellikleri;
Diğer Risk Faktörleri
Yaş: Herhangi bir yaşta ortaya çıkabilse de çoğunlukla 50 yaş üzeri kişilerde görülür. Kolon kanseri riski yaşla birlikte artar. 60 yaşın üzerindeki hastaların kolon ve rektum kanserlerine yakalanma oranı, 40 yaş altındaki kişilere göre 10 kat daha fazladır.
Bağırsak İltihapları: Esas olarak iki çeşit barsak iltihabı vardır. Birincisi; enfeksiyona bağlı olarak kolon mukozasında yer yer oluşan ülser yani ülseratif kolittir. İkincisi ise, ağızdan anüse kadar sindirim sisteminin herhangi bir bölümünde ya da aynı anda birkaç farklı bölümünde aralıklı iltihaplar ile ortaya çıkan Crohn hastalığıdır. Uzun süren, müzmin bir hastalık olmasına rağmen tedavisi mümkündür. Oluşan yüksek kanser riski sebebiyle, kolorektal kanser tarama testleri daha sık yaptırılmalıdır.
Beslenme: Kolon ve rektum kanserlerinin özellikle fast food tüketiminin yaygın olduğu ABD ve Avrupa ülkelerinde görülme sıklığı oldukça yüksektir. Posasız gıda tüketimi, kabızlığı artırarak dışkının uzun süre bağırsak içinde kalmasına ve o bölgenin kanserleşmesine neden olmaktadır. Şarküteri ürünleri, salamuralar, tütsülenmiş etler, mangal türü yiyecekler ve kızartmalar, kabızlık yapan yiyeceklerdir. Bunun yanında meyve, sebze, baklagiller, tavuk ve tahıl bakımından zengin gıdaları tüketmenin risk oranını azalttığı belirlenmiştir.
Obezite: Kadın ya da erkek fark etmeksizin, aşırı kilo kolon kanseri riskini arttırmaktadır.
Sigara: Yapılan birçok araştırmalarda sigara tüketimi ile kolon kanseri arasında ilişki olduğunu belirtmiştir.
En sık görülen kolon kanseri belirtileri sürekli ishal ve kabızlık, her zaman normal bir kalınlıkta gelen büyük abdestin incelmesi, anüsten ve büyük abdestten kan gelmesi, büyük abdestte yumurta akı görünümlü salgıdır. Kanserin ilerlediği ve bağırsağı tıkadığı durumlarda ise karında şişlik ve ağrı oluşmaktadır. Bu tür şikayetleri olanların doktora başvurması, erken tanı için önemlidir.
Bağırsakların yeterince boşalamaması hissi,
Dışkılama güçlüğü
Ağrılı dışkılama
Belirtileri de kolon kanserinin en önemli belirtileri arasındadır. Bağırsağın sağ tarafını tutan kolon kanseri ile sol tarafını tutan kolon kanseri farklı belirtiler verebilir. Bağırsağın sol tarafı daha dar bir bölge olması nedeni ile bu bölgenin kanserlerinde daha çok dışkıda incelme, kanama, dışkı düzeninde değişme gibi şikayetler görülürken, sağ tarafta ise bağırsak daha geniş olduğundan, kanser burada sinsi bir şekilde ilerlemekte, belirti vermesi daha uzun sürmektedir. Hastada, halsizlik, kansızlık, iştahsızlık ve karın ağrısı gibi belirtiler olmaktadır. Ağrılı dışkılama, demir eksikliği anemisi, kilo kaybı ve karında kitle hissinin kolon kanseri açısından önemli belirtilerdir. Kolon kanserinde hastalık ilerlemeden tanı konulması yaşam şansını büyük ölçüde artırmaktadır. Bu nedenle erken tanısı için kolon kanserinin belirtilerini takip etmek çok önemlidir.
Kalın bağırsak kanseri, tarama programları içinde yer alan bir kanser türüdür. Kanserden korumak ya da hastalığı erken evrede saptamanın en etkili yolu düzenli olarak yaptırılan endoskopik incelemelerdir. Bunların başında ise kolonoskopi gelmektedir. Kolonoskopi, hem mevcut bir tümörü erken evrede belirleme hem de kansere yol açabilecek polip ve benzeri sorunları daha kanserleşmeden tespit edip kişiyi kanser gelişiminden koruyabilecek özellikte bir işlemdir. 50 yaşın üzerindeki her bireyin risk durumlarına, kişisel sağlık hikayelerine, aile öykülerine göre 2-5 yıllık aralıklarla kolonoskopik incelemeden geçmeleri önerilmektedir. Kolonoskopinin hazırlığı ve uygulaması günümüzde hasta için çok daha kolay ve konforlu hale gelmiştir. Yeni kolonoskoplar son derece kolay uygulanıp hastaya rahatsızlık vermeden istenilen sonuçlar alınmaktadır.
Kolon kanseri tanısı uzman hekimler önderliğinde bazı testeler ile konur. Hastanın doktora başvurması ve fiziki muayenenin ardından sırasıyla aşağıdaki testler yapılmaktadır;
Kişinin ailesinde 50 yaşından erken kalınbağırsak kanseri vakası varsa, 40 yaşından itibaren kolonoskopi yaptırması şarttır. Kolonoskopinin 5 yılda bir kez tekrarlanması çok önemlidir. Bunun yanında yılda bir kez dışkıda gizli kan bakılması da kanserin belirleyiciliği ve erken tanısı için çok önemlidir. Eğer kişinin ailesinde kalınbağırsak kanseri yoksa 50 yaşından itibaren düzenli olarak 5 yılda bir kolonoskopi yaptırması uygun olur.
Klasik kolonoskopi, polip ya da kanser varlığının tanısının konulmasını sağladığı gibi eğer hastada polip varsa onu tedavi edici ve kanser oluşumunu engelleyici özelliğe de sahiptir. 5 yılda bir kez bunu yaptırmak hasta için zor olmamalıdır. Çünkü kolonoskopi artık damardan iğne ile hastanın rahatlaması sağlanarak yapılan, sedasyon ve ağrı kesicilerle daha tolere edilebilir hale getirilmiş bir işlemdir.
Kolon kanserinde kolonoskopide alınan poliplerin üzerinde, kanser erken evrede yakalandığında ameliyat gerekmeyebilir. Sadece yakın takibe alınır. Poliplerin erken evrede, kansere dönüşmeden teşhisinde kolonoskopinin büyük önemi vardır. Son yıllarda yapılan çalışmalarda kolonoskopi yapılarak poliplerin erken devrede çıkarılması ile kolon kanserinin büyük ölçüde engellenebildiği gösterilmiştir. Bu nedenle 45 yaşından sonra her erkek ve 50 yaşından sonra her kadın, dışkıda gizli kan taraması ve kolonoskopi yaptırmalıdır. Kolonoskopi sırasında hasta konforuna büyük önem verilmektedir. Bu nedenle hasta “bilinçli sedasyon” denilen damardan hafif bir ağrı kesici ile yarı baygın hale getirilmektedir. Öncesinde bağırsağın çeşitli yöntemlerle tamamen boşaltılması gerekmektedir. Daha sonra fiberoptik bir kamera ile bağırsağa girilmekte ve görülen tüm polipler çıkarılmaktadır. Ancak burada kolonoskopiyi uygulayan hekimin tecrübesi, kullanılan cihazın dezenfeksiyonunun ve görüntü kalitesinin yüksek derecede olması, büyük önem taşımaktadır.
İleri evre kolon kanserinde standart tedavi seçeneği cerrahidir; yani tümörlü bölgenin çevreden bir miktar sağlam doku ve lenf düğümleriyle birlikte çıkarılmasıdır. Yapılan çalışmalar, onkoloji prensiplerine uygun olarak ve deneyimli cerrahlar tarafından yapılan ameliyatların hastanın geleceği açısından en önemli faktör olduğunu göstermektedir. Kolon kanserinde ameliyattan sonra hastalığın evresine göre ek, koruyucu kemoterapi uygulanır. Örneğin, tümörün bağırsağa komşu lenf düğümlerine sıçradığı “evre III” vakalarda, “adjuvan”kemoterapi(hastalığın yayılmasını önleyen) artık tüm dünyada standartlaşmış bir uygulamadır.
Kolon kanserlerinde, anüse çok yakın tümörlerde anüsü iptal etmek ve karından dışkılamaya geçmek (kolostomi torbaları ile) bazen kaçınılmaz olabilmektedir. Ancak son yıllarda ameliyat öncesi radyoterapi ile birlikte kemoterapi uygulanması, anüsün korunmasını önemli ölçüde sağlayabilmektedir. Diğer organlara yayılmış (metastatik) hastalarda, hastanın genel durumuna, yaşına, hastalığın yaygınlık derecesine bağlı olarak her üç tedavi yöntemi (cerrahi, kemoterapi, radyoterapi) uygulanmaktadır. Amaç, hastaların yaşam süresini ve kalitesini artırmaktır. Son birkaç yılda bulunan hedefe yönelik yeni biyolojik ilaç tedavileri sayesinde, tedavide başarı oranları günden güne artmaktadır.
Kolon kanserine yakalanmamış bireylerin korunmasında beslenme tarzları ve yaptıracakları tarama testlerinin büyük bir önemi vardır. Sebze, meyve ve tahıllar gibi lifli gıdaların bolca tüketilmesi, yeterince kalsiyum ve D vitamininin alınması önemlidir. Bunların yanı sıra; ikincil korunma önlemi olarak tarama testleri ile erken tanının ayrı bir önemi vardır. Bunun için, her iki cinste 50 yaşından başlamak üzere, tarama testlerinin yapılması önerilmektedir. Ailesinde kolon kanseri olan bireylerde tarama testlerine daha erken yaşta mutlaka başlanmalıdır.
Kolon kanserini engellemek henüz mümkün olmasa da günlük yaşantıya uygun olmayan beslenme, sedanter yaşam, obezite, sigara ve alkol gibi zararlı alışkanlıklara dikkat ederek kolon kanseri riski azaltabilir. Bunun için bazı yaşam değişiklikleri yapılmalıdır. Bunlar;
Koruyucu Cerrahi Müdahale: Koruyucu cerrahi müdahale, kolorektal kanser riski yüksek olan kişiler için önerilebilir. Bu ameliyatta, kanser gelişimi görülmeden önce, kolon bazen de rektum ve ilgili diğer organlar alınır. Ancak, bu tür bir ameliyat sadece kolon ve rektum kanseri riski yüksek hastalar için geçerli olabilir. Ameliyat kararı öncesi doktorunuzla faydaları ve sonuçları konusunda görüşmeniz önemlidir
Bypass kısa yolu kullanmak anlamına gelir. Gastrik Bypass genel cerrahide mideden barsaklara geçiş yolu oluşturulması anlamına gelir. Mide çıkısını tıkayan çeşitli hastalıklarda uygulanan bir yöntemdir. Obezite cerrahisinde kullanılan anlamıyla ise Gastrik Bypass Midenin büyük kısmının devre dışı bırakıldığı, alınan gıdanın da bağırsakların neredeyse sadece yarısını kullanılarak sindirilmesini sağlayan bir cerrahi yöntemdir.
Obezite hastası olup kilo veremeyen veya fazla kiloyla beraber kiloya bağlı insülin direnci, eklem rahatsızlığı benzeri şikayetleri olan hastalara uygulanabilir. Bundan beş yıl öncesine kadar en sık uygulanan cerrahi yöntem idi. Ancak tüp midenin daha popüler olması ile uygulanma sıklığı azaldı. Artık tüp mideden sonra tekrar kilo alan hastalarda ikinci ameliyat (revizyon ameliyatı) olarak uygulanmaktadır. Yine revizyon ameliyatı olarak ta daha önce tüp mide, mide bandı, mide katlama, veya vertikal gastroplasti yapılan hastaların tamamına uygulanabilir. Yine bu işlemlerin tamamı laparoskopik olarak (kapalı) yöntemle yapılabilir.
Tam tersine bunlar obezitenin neden olduğu ve daha da şiddetlendirdiği hastalıklardı. Bu hastalıklar ameliyat için engel değil bir nedendir.
Öncelikle ameliyat öncesi herhastaya aşağıdaki tetstler ve tetkikler uygulanır;
Bütün bu testler ardından Anestezi, Dahiliye, Kardiyoloji, Göğüs hastalıkları ve Endokrin uzmanlarınca gerekli muayene ve incelemeler yapılır. Bu incelemeler sonucunda öncelikle hastanın kilo almasına neden olabilecek altta yatan başka bir hastalık olup olmadığına bakılır. Eğer böyle bir hastalık yoksa hasta her ameliyat olacak hasta gibi anestezi yönünden incelenir ameliyata bir engel olup olmadığı bakılır. İlgili uzmanlar gerekirse ameliyat öncesi uygulanacak tedaviler hakkında önerilerde bulunur. Bu sayede ameliyat esnasında ve sonrasında oluşabilecek sorunlar en aza indirilmiş olur.
İşlemin tamamı laparoskopik(kapalı) ameliyat yöntemi ile yapılır. Laparoskopik cerrahi çok sayıda küçükkesi yapılarak gerçekleştirilir. Bu kesilerden yerleştirilen portlar elaletlerinin karına ulaşması için kullanılır. Bunlardan biri bir video kamerayabağlanan cerrahi teleskop ve diğerleri özelleşmiş cerrahi aletlerinin girmesiiçindir. Cerrah operasyonu bir video monitörden izler. Tecrübe ile, deneyimlibir laparoskopik cerrah pek çok prosedürü aynen açık ameliyattaki gibilaparoskopik olarak uygulayabilir.
İlk Gastrik Bypass 1967 yılında yapılmış olmakla beraber, laparoskopik Gastrik Bypass, Roux-en Y, ilk kez 1993 yılında gerçekleştirilmiş ve kısıtlı erişim cerrahisi ile gerçekleştirilmesi en zor operasyonlardan biri olarak kabul edilmiştir. Fakat bu metodun kullanılması, bu operasyonu hastanede yatış süresinin kısalması, derlenme süresinin kısalması, daha az iz kalması ve ameliyat yeri fıtığı olasılığının azalması sayesinde çok popüler hale getirmiştir. Midenin girişine yutma borusu ile birleştiği en üst bölümünden yutma borusu tarafında ufak bir mide kısmı (tüm midenin % 5-10’ u) bırakılacak şekilde kapatılıp kesilerek ayrılır. Böylece 30 mL’den küçük Proksimal Gastrik (mide girişinde) bir mide poşu oluşturulur. Bu yeni mide poşu yaklaşık 1 çay bardağından daha küçük hacme sahiptir. Bu ameliyatta midenin herhangi bir bölümü “tüp mide” ameliyatının aksine çıkartılmaz ve yerinde bırakılır. Mide poşu oluşturularak var olan mide devre dışı bırakılır ve besinlerin buraya gelmesi sağlanır. İnce bağırsakların distale (kalın barsağa) doğru giden kısımdan alınarak yaklaşık 50-75 cm kesilir ve oluşturulan yeni mide poşuna bağlanır. Geride kalan ve içinden safra vepankreas sıvısı gelen ince barsak ucu ise yaklaşır 70-80 cm ileriden tekrarbarsağa birleştirilir. Tüm bu kesme, ayırma, birleştirme ve ağızlaştırma işlemleri tamamen ileri teknoloji ürünü olan, tek kullanımlık ve “stapler”olarak bilinen özel aletler ile gerçekleştirilmektedir.
Gastrik Bypass, Roux-En-Y(Proksimal):
Bu varyant en sık kullanılan Gastrik Bypass tekniğidir ve ABD’de en fazla uygulanan bariatrik prosedürdür.En az beslenme problemine yol açan operasyondur. Midenin girişine 30 mL’den küçük Proksimal Gastrik (midegirişinde) bir mide poşu oluşturulur. Bu yeni mide poşu yaklaşık 1 çay bardağından daha küçük hacme sahiptir. Mide poşu oluşturularak var olan mide devre dışı bırakılır ve besinlerin buraya gelmesi sağlanır. İnce bağırsakların distale (kalın barsağa) doğru giden kısımdan alınarak yaklaşık 50-75 cm kesilir ve oluşturulan yeni mide poşuna bağlanır.Geride kalan ve içinden safra ve pankreas sıvısı gelen ince barsak ucu ise yaklaşır 70-80 cm ileriden tekrar barsağa birleştirilir.
Gastrik Bypass, Roux-En-Y(Distal)
Normal ince barsak 600-1000 cm arasıdır. Barsağın safra gelen ucu yaklaşık 1 metre daha ileriden gıda gelen barsakla birleştirilir. Safranın ince barsağın sonuna doğru gıdayla birleşmesi temel olarak yağ ve nişastaların, fakat bu arada çeşitli mineral ve yağda eriyen vitaminlerin de malabrosbsiyonuna (azalmış emilimine) neden olur. Emilmemiş yağlar ve nişasta kalın barsağa geçer. Bu daha hızlı kilo kaybı sağlayabilmektedir. Fakat beslenme ile ilgili daha ciddi sorunlar (örneğinciddi vitamin eksikliği gibi)görülebilmektedir. Ayrıca buradaki bakteriyel ektivite irritan maddelerin üretimine ve kötü kokulu gaz oluşumuna neden olabilir.
Loop Gastrik Bypass (MiniGastrik Bypass)
Burada barsak ikiye bölünmeden direkt olarak mide ile birleştirilir. Oluşturulması daha basit olmakla beraber,bu yöntem safra ve pankreas enzimlerinin ince barsaktan mideye oradan da yemek borusuna kaçmasına yemek borusunda ciddi enflamasyon (yangı) ve ülserasyona yol açmaktadır. Her ne kadar uygulaması daha basit olsa da çok tercih edilen bir yöntem değildir.
Piyasada çok sayıda farklı ürün bulunmaktadır. Önde gelen iki Amerikan firmasının malzemeleri şu an piyasada bulunan ve bütün Dünyada kullanılan en kaliteli ürünlerdir. Fakat bunların maliyetleri aynı amaçla kullanılan Çin ürünlerinden çok daha fazladır. Kaldı ki sağlıkta önce maliyet değil güvenlik önemlidir. Kullanılan her ürünün kendine özel seri numarası içeren barkodu bulunmaktadır. Kullanılan her malzemenin barkodu hasta dosyasına konmaktadır. Kullanılan malzemeyi mutlaka sorunuz.
Gastrik Bypass ameliyatı sırasında ve daha sonra 2. günde kaçak testi yapılmaktadır. Ameliyatta yapılan kaçak testinin amacı zımbalarda bir sorun olup olmadığı, dikiş hattında sızıntı olup olmadığının tespitidir. Eğer sızıntı varsa ilgili kısıma ilave dikiş konarak sızıntı önlenir. Yine ameliyat sonrası sıvı gıdalara başlamadan önce kaçak testi yapılarak gerekli önlemlerin zamanında alınması ve müdahale edilmesi sağlanır.
Obezite ameliyatlarında stapler denen özel malzemelerin üzerine ilave dikiş konması tartışmalıdır. Bazı cerrahlar dikiş konmasının kanama ve kaçak olma ihtimalini azalttığını ve her hastaya dikiş konması gerektiğini düşünmektedirler. Bazı cerrahlar ise dikiş konmasının kanama ihtimalini bir miktar azaltsa da kaçak riskini azaltmadığı aksine dikiş konarken damar yaralanması sonrası daha çok kaçak ve kanamaya neden olabileceğini söylemektedirler. Biz ise klinik yaklaşım olarak bu ikisinin arasındayız. Her hastaya ilave dikiş koymamakla beraber stapler hattı bize yeterince güvenli gelmiyorsa mutlaka ilave dikiş koymaktayız. Sonuçlarımızın dünya ortalamalarından çok daha iyi olması bizim uyguladığımız yöntemin daha başarılı olduğunu ortaya koymaktadır. Burada en önemli olan nokta ameliyatı yapan cerrahın her türlü soruna müdahale edip düzeltecek yetenek ve tecrübesinin olması gerektiğidir.
Her ameliyat sırasında damar içinde kan pıhtısı olup herhangi bir damarı tıkama ihtimali vardır. Bu kalp,akciğer ve beyin gibi hayati organları besleyen bir damar olduğunda ciddi sorunlara yol açabilir. Hastaların kilosu arttıkça emboli riski de artar. Bu amaçla bu hastalar hangi ameliyat olursa olsun kan sulandırıcı verilmektedir. Her ne kadar kanama riskini bir miktar artırsa da sağladığı fayda çok daha yüksektir. Kan sulandırıcı kullanımı ameliyat öncesi başlayıp iki hafta daha devam etmektedir. Kalp damar hastalığı olan ya da daha önce emboli geçirmiş olan hastalar gibi riski yüksek hastalarda kullanım süresi daha da uzayabilir.
Gastrik Bypass ameliyatı laparoskopik (kapalı) olarak , yani milimetrik deliklerden girerek yapıldığından girişim sonrası ağrı açık ameliyatlara göre çok azdır. Yine de“Ameliyat oldu tabiki ağrısı olacak” tabiri son derece yanlıştır. Yirmi birinci yüzyılda hiçbir hasta ağrı çekmemelidir. Her hastaya ameliyat sonrası ağrı kesici uygulanarak ağrı çekmesi tamamen önlenir. Burada önemli nokta şudur. Herkesin ağrı eşiği farklıdır. Yine ilaç toleransı ve ilaçtan biyo yararlanımı farklıdır.Dolayısıyla tedavi standart olamaz. Her hastanın ihtiyacına göre ağrı kesici tedavi ayrı ayrı düzenlenmelidir.
Kesiler çok küçük olduğu için estetik sonuçlar da son derece iyidir. Birkaç ay sonra bu çizgiler de hemen hemen görülemez hale gelecektir. Yaralar iyileştikten sonra size daha az iz kalması için bir krem önerilecektir. Üç ay boyunca kullanmanız halinde çok daha iyi estetik sonuçlar elde edersiniz.
Ameliyatın 2. günü kaçak testi yapıldıktan sonra sıvı gıda almaya başlayacaksınız. İlk iki haftalık sıvı beslenme ardından iki hafta da yumuşak (püre tarzı) gıda ile besleneceksiniz.Tüm bu süreç boyunca sürekli olarak diyetisyenlerimiz ile iletişim halinde olacaksınız.
İlk 15 gün boyunca hastalara protein takviyesi yapılmaktadır. Özellikle ilk bir yıl hastalara çeşitli vitamin ve mineral takviyeleri yapılmaktadır. Bunlar her hasta için standart olmayıp rutin kontrollerde yapılan tetkikler sonrası hastanın durumuna göre,neye ne kadar ihtiyacı olduğuna göre karar verilir.
İlk 15 gün boyunca hastalara protein takviyesi yapılmaktadır. Özellikle ilk bir yıl hastalara çeşitli vitamin ve mineral takviyeleri yapılmaktadır. Bunlar her hasta için standart olmayıp rutin kontrollerde yapılan tetkikler sonrası hastanın durumuna göre,neye ne kadar ihtiyacı olduğuna göre karar verilir.
Sıklıkla kendiliğinden emilen dikişler kullanıldığı için dikiş almaya gerek yoktur. Farklı bir nedenle emilmeyen dikiş kullanılmış ise onuncu gün kontrole geldiğinizde dikiş kontrol edilip uygunsa alınır.
İlk bir ay boyunca bizim önerdiklerimiz dışımızda hiçbir ilaç kullanmayın. Başka bir hekim tarafından bir ilaç önerildiğinde ise mutlaka bize danışın. Birinci aydan sonra her türlü ilaç kullanabilirsiniz. Yine de çok fazla ağrı kesici kullanmamaya çalışın ve ilaç aldıktan sonda bol sıvı alın.
Gastrik Bypass ile hem gıda alımını hem de gıda emilimini kısıtlar. Midenin neredeyse % 95’lik bölümü , oniki parmak bağırsağı ve ince bağırsağın ilk 1 metrelik üst kısmı devre dışı bırakılmış yani tıbbi anlamda “by-pass” ‘lanmış olur. Gastrik Bypass mide boyutunu % 90’ın üzerinde azaltır. Normal mide, bazen 1000 ml’e kadar genişleyebilir. Gastrik Bypass poşu ise 15-30 ml boyutundadır. Gastrik Bypass poşu midenin en az esneyebilen üst kısmında oluşturulmaktadır ve bu sayede uzun dönemde poşun hacminde anlamlı bir artış olmaz. Hasta küçük miktarda gıda aldığında oluşan ilk yanıt, mide poşunun duvarının gerilmesi ve beyne midenin dolu olduğunu bildiren sinirleri uyarmasıdır. Hasta adeta büyük bir öğün yemiş gibi doygunluk hisseder, fakat aslında birkaç kaşık yemiştir. Pek çok kişi doygunluk hissettiğinde yemeyi kesmez. Fakat hastalar, artan rahatsızlık veya kusmadan korunmak için, daha sonraki lokmalarını çok yavaş ve dikkatlice yemeleri gerektiğini çok hızlı şekilde öğrenirler. Restriktif yöntemlere göre kilo kaybı daha fazladır. Kişinin total aldığı enerji az ve yemeklere intolerans gösterme eğilimi fazladır. Bu sayede hasta hem az yediği hemde yedikleri mideden bağırsağın başına değilde doğrudan sonuna doğru barsağa girdiği için kilo kaybı sağlar.
Gastrik Bypass sonrası yeniden kilo alım riski oldukça düşüktür. Bu fizyolojiden maksimum yararın sağlanması için, hastanın sadece öğünlerde yemesi, günde 2-3 öğün alması, öğünler arasında atıştırmalardan kaçınması gereklidir. Bu ameliyat ta uzun süre boyunca edinilen yeme alışkanlıklarının değiştirilmesini gerektirmektedir. Ameliyatın geçdönemlerinde tekrar kilo alma görülen vakaların neredeyse tamamında, öğün kapasitesinde artma olmamıştır. Tekrar kilo almanın nedeni, öğünler arasında, özellikle de yüksek kalorili atıştırmalardır. Bu tür bir yeme alışkanlığının yan etkilerini ortadan kaldıracak bilinen bir operasyon yoktur.
Dünyada obezite, sigaradan sonra en sık öldüren ikinci sıklıkta önlenebilir epidemik hastalık durumuna gelmiştir.
Tüp mide Ameliyatı, laparoskopik (kapalı) yöntemle ve genel anestezi altında gerçekleştirilir. Tüp mide ameliyatı özellikle son dönemde en sık uygulanan obezite cerrahisi yöntemidir. Midenin bitiş noktası olan pilora yaklaşık 3-6 cm uzaklıktan başlanarak özel aletler yardımı ile yemek borusuna kadar midenin tüp haline getirilmesi işlemidir. Yaklaşık 45 dakika kadar süren işlem sonrası midenin yaklaşık %75-80’ lik bir kısmı çıkarılmış olur. Tüp mide ameliyatı 3 mekanizma ile kilo vermeye yardımcı olur.
Farklı nedenlerle kilo alan; spor yapmasına ve sağlıklı beslenmesine karşı kilo veremeyen; kilo verememesine bağlı olarak ciddi sağlık sorunlarına yakalanan obezite hastaları için tüp mide ameliyatı yeni bir hayatın kapılarını aralamaktadır. Tüp mide ameliyatının yapılabilmesi için kişilerin öncesinde kilo vermeyi denemiş olmaları gerekmektedir. Sıkı bir diyetle ve egzersiz programı uygulanarak verilebilecek miktarda kısıtlı fazlalıklar için bu ameliyata başvurulmamalıdır. Tüp mide ameliyatı öncesinde hastanın tüm sağlık kontrolleri detaylı bir şekilde yapılmalı ve kilo almasının ardında hormonlarla ilgili bir sorun varsa öncelikle kan değerlerinin düzeltilmesi gerekmektedir.
Tüp mide ameliyatı için obezite hastalığı olan kişilerin; Vücut kitle indeksi değerlerinin 40 ve üzerinde olması; Ya da; Vücut kitle indeksi değerlerinin 30-39.9 arasında olup; yüksek tansiyon, yüksek kolesterol, diyabet, uyku apnesi gibi sağlığı riske atan rahatsızlıklarının bulunması şartları aranmaktadır. Tüp mide ameliyatı için yaş sınırı biraz belirsizdir. Genellikle 18-65 yaş arasındaki obezite hastaları için önerilse de özel durumlarda yaş sınırı 13-70 arasına çekilebilir. Tüp mide ameliyatında önemli olan uzman cerrahların tespitleri ve kişilerin sağlık durumlarının ciddiyeti olduğu göz ardı edilmemelidir
Tüp mide ameliyatı sonrası hastaların kilo vermesi;
Tüp mide ameliyatında en önemli kazanım sindirim sisteminin doğal yolunda bir değişiklik yapılmamasıdır. Açlık hissini tetikleyen Ghrelin hormonunun salındığı kısım çıkarıldığı için açlık uzun süre baskılanır, canınız çok fazla bir şey istemez. Tüp mide ameliyatı diğer ameliyatlarla kıyaslandığında daha kolay bir ameliyattır ve ameliyat süresi de daha kısadır. Diğer prosedürlere nazaran vitamin ve mineral eksikliği çok daha nadir görülmektedir.Tüp mide ameliyatı sonrası kilo kaybı yaklaşık 1-1,5 yıl devam eder. Tüp mide ameliyatı sonrası tekrar kilo alan hastaların kolaylıkla başka bir ameliyata çevrilme şansı vardır.
Mide içeriğinin (asidinin) patolojik şekilde mideden özefagusa (yemek borusuna) doğru geri kaçışı gastroözefageal reflü’dür. Hastalar göğüs kafesinin arkasında yanma(heartburn) şikayeti ile başvurabilirler. Reflü bazen yemek borusunun arkasındaki yanmanın yanı sıra ağza gıdaların ve acı suyun gelmesidir. Reflü, sıklıkla yemeklerden sonra olur. Gastroözefageal reflü hastalığı tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sıkça rastlanan bir hastalıktır. Ülkemizde yapılan bir çalışmada toplumun %20’sinde reflü hastalığı bulunmuştur.
Reflü belirtileri deyince ilk akla gelenler baharatlı, yağlı gıdalar, çikolata, alkol veya taze sıkılmış meyve suları tüketildiğinde artan şikayetlerdir. Mideden boğaza doğru yayılan ve daha ziyade yemekten sonra oluşan yanma, en sık görülen reflü belirtisidir. Mide içeriğinin ağza gelmesi, yutma güçlüğü, görülen diğer önemli reflü belirtileri sayılır. Ağrılı yutkunma, geğirti, hıçkırık, bulantı ve kusma ise daha ender ortaya çıkar. Reflü; yemek borusu, mide ve bağırsak sistemi dışındaki sistemlerde de belirtilere yol açabilir. Reflü öksürüğe, ses kısıklığına, diş çürüklerine ve boğaz arısına neden olabilir.
Gastroözefageal reflü nedenlerinin kökeninde yemek borusunun uzun bir süre, fazla miktarda mide asidik içeriği ile teması yatmaktadır. Mide asidik içeriğinin yemek borusu ile uzun süreli teması yemek borusunda hasara yol açar ve bu da yanma hissine sebep olur. Normal olarak yemek borusunun alt ucundaki alt özefagus sfinkteri dediğimiz kastan oluşmuş kapak benzeri bir yapı vardır. Bu yapı asidin yemek borusuna geri kaçmasını önleyerek midenin içinde kalmasını sağlar. Reflü nedenleri arasında yer alan sfinkter kapağının sık aralıklar ile gevşemesi çok önemlidir. Bu kapak sık aralıklar ile gevşer ve mide asidik içeriği yemek borusuna geri kaçar.
Reflü şikâyetleri artan kişilerin en çok merak ettiği konulardan biri de reflü tedavisi. Mide içeriğinin ağza gelmesi, yutma güçlüğü, görülen diğer reflü belirtilerdir. Ağrılı yutkunma, geğirti, hıçkırık, bulantı ve kusma ise daha ender ortaya çıkar.
Bu belirtileri reflü tedavisine başlamak için yeterli bir sebep olarak görebiliriz. Mevcut şikayetler, hikaye ve bulgulardan yola çıkarak gastroözofagial reflü tanısı konabilir. Tanı koymak veya hastalığın şiddetini belirlemek için endoskopi, pH ölçümü, kontrastlı grafiler, manometrik çalışmalar yapılır.
Reflü tedavisinde en önemli nokta yaşam tarzında değişiklik yapmaktan geçer. Birçok insan, yaşam tarzında değişiklik yaparak veya ilaçlarla reflüyü kontrol altında tutabilirken bazı hastalarda ise cerrahi girişim gerekmektedir. Reflü tedavisinde ilk aşama genellikle mide asidini baskılayan ilaçlar ve yaşam tarzında değişikliklerle yapılır. Obezite karın içi basıncını artırıp mideye yaptığı baskıyla reflüyü şiddetlendirir. Bu yüzden hasta; fazla kilolarından kurtulmalı, sigarayı bırakmalı, dar elbiseler giymemeli, yağlı yemeklerden veya kızartmalardan, domates salçasından, alkolden, çikolatadan, naneden, soğan ve sarımsaktan, kahveden uzak durmalıdır.
Reflü tedavisinde reflü testlerinin de yeri çok önemlidir. Doktorunuzun (gastroenteroloğunuzun) reflü tanısını koyarken bulguların gerçekten reflüden kaynaklanıp kaynaklanmadığını, komplikasyonların gelişip gelişmediğini anlamak için birtakım testlere ihtiyacı olabilir. Reflü testlerini şu şekilde sıralayabiliriz;
Baryum özefagus mide duedonum grafisi: Hasta baryum içerken radyoloğun floroskopide baryumun aşağıya yemek borusuna ve mideye seyahatini incelediği bir testtir.
Gasroskopi: Endoskop ucunda ışık bulunan fleksibl bir tüptür. Bu tüpün ağızdan özefagusa ve mideye doğru ilerletilmesi sırasında yemek borusu incelenebilir. Hasta sedatize edilerek bu işlem gerçekleştirilir.
Özefagus manometresi ve PH metre: Burundan çok ince fleksibl bir tüp yemek borusundan mideye gönderilerek buradaki basınçlar ve yukarı çıkan asit miktarı ölçülebilir.
Eğer reflü tedavi edilmezse ciddi komplikasyonlarla seyredebilir. Örneğin yemek borusunda darlık, kanama ve mukozada prekanseröz (kanser öncesi ) birtakım değişikliklere (barrett özefagusu) neden olabilir. Sizi ve doktorunuzu uyarması gereken semptomlar şunlardır;
Yutma güçlüğü (disfaji)
Kanama
Boğulma hissi, öksürük, ses kısıklığı
Kilo kaybı
Günümüzde reflü ameliyatları etkili bir şekilde yaygın olarak yapılmaktadır. Reflü ilaçlarının kullanımının işe yaramadığı durumlarda, yıllarca süren ilaç tedavisini tercih etmeyenlerde; reflüyle birlikte ilerlemiş mide fıtığı bulunanlarda reflü ameliyatı tercih edilebilir. En sık yapılan reflü ameliyatı ise nissen fundoplikasyon olup, bu ameliyatta yemek borusunun mideyle buluştuğu yerdeki kapak sistemi güçlendirilir. Bu sırada mide fıtığı da onarılır. Nissen fundoplikasyon Altın standart olarak laparoskopik (kapalı) yapılan, reflüye karşı en etkili ameliyattır.
Reflü şikâyetlerini en aza indirmek istiyorsanız, uzman bir doktor kontrolünde reflü diyetine başlayabilirsiniz. Her insanın duyarlılığı farklı olduğundan, hastanın fark ettiği tetikleyici gıdadan uzak kalması reflü diyeti için en iyi seçenektir. Reflü diyeti sırasında küçük lokmalarla beslenmek ve yemekten hemen sonra uyunmamak ‘’reflüye ne iyi gelir’’ sorusunun da cevabıdır. Uzanmak veya uyumak için yemeğin üzerinden en az 3 saat geçmelidir. Reflü diyeti sırasında uyurken belden üst kısmın daha yukarda olması yerçekimi ile reflünün oluşmasını engelleyebilir. Özellikle gece reflüsü olanlar buna dikkat edilmelidir. Baş altına konan yüksek yastıkların reflüye faydası yoktur. Bel kısmından itibaren yüksekte olacak şekilde ayarlanan yataklar da reflüye iyi gelebilir.
Gastroözefageal reflü hastalığının organik bir sebebi vardır. Genelde sadece yaşam tarzı değişikliği ile önlenemez gastroözefageal reflü hastalığında ilaç tedavisi çok önemli bir yer tutar. Medikal tedavide yer alan anti asit grubu reflü ilaçları yemek borusunu koruyarak ve mide asiditesini bastırarak tedaviye yardımcı olurlar. Reflü ilaçlarının kullanımında dikkat etmeniz gereken şey ise mutlaka doktor kontrolünde alınması gerektiğidir. Mide asidini bastıran H2 blokerleri ve proton pompa inhibitörleri gibi reflü ilaçları da doktorunuzun öngöreceği dozlarda kullanılmalıdır. İlaç tedavisi ile hastaların çoğunda gastroözefageal reflü hastalığının bulguları önlenebilir. Reflü ilaçlarının yanı sıra asidin yemek borusundan mideye aşağı doğru geçişini kolaylaştıran Prokinetik ilaçlar da tedavide yer alırlar. Eğer reflü şikayetleri ilaç tedavisi ile azalmıyorsa ya da kanama, Barrett, darlık gibi komplikasyonlar varsa cerrahi tekniklerden faydalanılabilir. Cerrahi teknikler asit reflüsünü önleyen yemek borusu ve mide arasındaki doğal bariyerleri düzeltirler.
Reflü bazı durumlarda ülsere neden olabilir. Klasik reflü belirtileri, hastanın reflü olma tanısını kuvvetlendirir. Daha rasyonel bulguların; endoskopik incelemeyle ve 24 saat süreyle yemek borusuna gelen mide asidinin bir cihaz yardımıyla ölçülmesi ile reflü olup olmadığı belirlenebilmektedir. Reflüye bağlı olarak kanama, ülser, yemek borusunda delinme veya darlık gelişebilmektedir.
Reflü kanser yapar mı endişesinin cevabı ise yeni uzman kontrolünden geçiyor. Reflünün halk arasındaki en korkulan komplikasyonu kanser gelişimidir. “Barrettözofagus” denilen hücresel bir dönüşüm buna zemin hazırlamaktadır. Barrettözofagus’un sıklığı reflülü hastalarda %3-20 arasında değişmektedir. Barrettözofagus’lu hastalardan yıllık kanser gelişme sıklığı ise %0,5 dolayındadır. Dolayısıyla reflü kanser yapar diyemeyiz. Ancak kontrollerin aksatılmaması gerekir.
Çoğu kişi reflü ve gastrit hastalıklarını birbiriyle karıştırabiliyor. Ancak reflü ve gastrit birbirinden ayrı rahatsızlıklar olup, kimi zaman kişide bu iki hastalığa birden de rastlanabilir. Gastrit, mide asitliğindeki artma ve mideyi asitten koruyan faktörlerin azalması sonucu ortaya çıkan mide veya oniki parmak bağırsağının iltihabıdır. Reflü ise mide içeriğinin (asidinin) patolojik şekilde mideden özefagusa (yemek borusuna) doğru geri kaçışıdır. Gastrit belirtileri arasında mide ağrısı, bulantı veya kusma, baş ağrısı, iştahsızlık, aniden çıkan ateş, baş dönmesi, dilde beyaz pas, yorgunluk görülürken, mideden boğaza doğru yayılan ve daha ziyade yemekten sonra oluşan yanma, reflünün en sık görülen belirtisidir.
Tüm kanserler arasında en sık karşılaşılan 4. kanser olan mide kanseri, midenin herhangi bir bölgesine yerleşen ve genellikle lenf bezleri, karaciğer, akciğer gibi organlara yayılabilen özelliktedir. Mide kanseri çeşitli nedenlerden dolayı mide mukozasında kötü huylu tümörlerin gelişmesi sonucunda gerçekleşir. Ülkemizde en çok rastlanan kanserler arasında yer alan mide kanseri her yıl dünyada 800 bin kişinin hayatını kaybetmesine yol açmaktadır. Erkeklerde, kadınlara oranla daha sık rastlanan mide kanseri, son yıllarda teknolojideki gelişmeler sayesinde erken teşhis edilip, doğru tedavi uygulamaları ile kontrol altına alınabilmektedir. Uzman kontrolü ve doğru beslenme ile mide kanserinden korunmak ve kurtulmak mümkün hale gelmektedir.
Mide kanserinin pek çok nedeni olabilir. Mide kanseri sindirim sistemi organlarından herhangi bir parçasında gelişebilir ve yayılabilir. Sindirim sürecinde yer alan tüm organları etkileyen davranışlar ve risk faktörleri mide kanserini de tetikleyebilir. Bunlar şöyle sıralanabilir;
Mide kanseri vakalarının %65-85’inde H.plori enfeksiyonu görülmüştür. H.plori enfeksiyonlu olguların %2’sinde de mide kanserine rastlanmaktadır.
Mide kanseri erken dönemde hiçbir belirti vermeyebilir. Mide kanserinin belirtileri arasında ilk göze çarpan hazımsızlık ve şişkinliktir. Etli gıdalara karşı isteksizlik de mide kanseri belirtileri arasındadır. Mide kanserinin ileriki safhalarında ise; karın ağrısı, bulantı, kusma, yemek yedikten sonra şişkinlik, kilo kaybı görülmektedir. Özellikle daha önce benzer şikâyetleri olmayan 40 yaş üstü hastaların hazımsızlık ve kilo kaybını mutlaka önemsemeleri gerekir.
Mide kanseri belirtileri, hastalığı erken evrede yakalamak adına çok önemlidir. Çeşitli sindirim sistemi bozuklukları, mide bölgesinde ağrı ve hazımsızlık şikayetlerini fark eder fark etmez uzman doktor kontrolüne başvurmak, mide kanserini erken evrede yakalamak için çok önemlidir.
Mide kanseri belirtilerini kısaca şöyle sıralayabiliriz.
Asidite ve geğirme: Mide asidinin yükselmesi ve geğirme sorunu mide kanseri vakalarında çok sık karşılaşılan belirtilendir. Ancak bu şikâyetleri yaşana herkesin mide kanseri olacağı anlamına gelmez.
Doluluk hissi: Mide kanserinin belirgin belirtilerinden biri de yemek yerken normalden daha erken fazla doymuş hissetmektir. Uzun süren doluluk hissi, kilo kayıplarına neden olabilir.
Kanama ve yorgunluk: Mide kanseri erken dönemde mide içinde kanamaya neden olabilir. Sürekli kanama da anemiye neden olabilir. Kırmızı kan hücrelerinizin azalması ile birlikte daha soluk görünmeye, nefes nefese kalmaya başlayabilirsiniz. Bazı vakalarda kan kusmak da görülebilir.
Kan pıhtıları: Mide kanseri olan kişilerde kan pıhtısı olma oranı daha yüksektir. Bu nedenle ani göğüs ağrısı, nefes darlığı ve bacakların şişmesi durumunda acil olarak kanın pıhtılaşmasını önlemek gerekir. Buru durumda vakit kaybetmeden uzman bir doktora başvurmak gerekir.
Bulantı ve yutma güçlüğü: Mide kanseri belirtileri arasında bulantı ve yutma güçlüğü hissi oldukça önemlidir. Mide kanseri olan kişilerin yarısından fazlasında görülen en belirgin belirtilerden ikisidir. Bu semptomlara mide ya da göğüs kemiğinin altındaki ağrı da eşlik eder.
İleri evre mide kanseri belirtileri: Mide kanseri ilerlediğinde dışkıda kan görülmesi, batında sıvı olması, iştahsızlık ve kilo kaybı belirtilerle karşılaşılabilir.
Mide kanseri bazen hiçbir belirti vermeden, sinsice ilerleyebilir. Belirtiler geç dönemlerde görüldüğünde, hasta cerrahi müdahale şansını kaybetmiş olabilir. Bu nedenle erken teşhis mide kanseri için çok önemlidir.
Mide kanserinde erken teşhis tedavinin başarısı için çok önemlidir. Bu nedenle midesinde sorun yaşayan kişilerin erken dönemde uzman doktorlar kontrolünde endoskopi ile takip edilmesi çok önemlidir. Endoskopi uygulaması ile doktorunuz ışıklı bir kamerası bulunan uzun bir tüp ile yemek borunuzu, midenizi ve ince bağırsağın ilk kısımlarını gözlemleyebilir. Anormal görünen kısımlar var ise kesin bir tanı için biyopsi alınır. Endoskopinin uygun kullanımı ile hastalığı erken evrede yakalamak mümkündür. Endoskopi dışında kontrastlı grafiler ve bilgisayarlı tomografi mide kanseri tanısını sağlayan diğer önemli tanı yöntemleridir.
Mide kanserinin evresini belirlemek ve diğer organlara yayılıp yayılmadığı görmek için iler testilere ihtiyaç duyulur. Bu testler aynı zamanda hasta için en uygun tedaviyi belirlemek için de gereklidir. Mide kanserinin büyüklüğünü ve yerini saptayan Bilgisayarlı Tomografi (BT), kanserin yayılıp yayılmadığını kontrol eden Laparoskopi ve MR, PET-BT,Böbrek ultrason çekimi, göğüs röntgeni gibi testler uygulanabilir.
Mide kanseri tanısı ile kanserin tipi belirlendikten sonra uygulanacak tedaviye karar verilir. En sık görülen mide kanseri türü ise adenokarsinomdur. Mide kanseri çeşitlerini ise aşağıdaki şekilde açıklayabiliriz;
Adenokarsinom: Her 100 mide kanserinden 95’i adenokarsinomdur. Mide kanserinin esık görülen tipi olan adenokarsinom mide astar bezi hücrelerinde başlar.
Skuamöz hücre kanseri: Adenokarsinoma ile aynı şekilde tedavi edilen Skuamöz hücre kanseri mide astarını oluşturan bez hücreler arasındaki cilt hücresi benzeri hücrelerdir.
Mide lenfoması: Mide lenfoması çok nadir görülmekle birlikte mide diğer mide kanserlerinden farklıdır.
Gastrointestinal stromal tümörler (GIST):Nadir görülengastrointestinal stromal tümörler (GIST) iyi huylu ya da kötü huylu olabilirler. Bu kanser türü sindirim (gastrointestinal) sistem organlarını destekleyen bağ dokusu hücrelerinde ve çoğunlukla da midede görülür.
Nöroendokrin tümörler (NETs):Nöroendokrin tümörler (NETs) iyi huylu ya da kötü huylu (kanser) olabilir. Nadir olarak görülen bu kanser tipi genellikle sindirim sisteminde hormon üreten dokularda büyürler.
Mide kanseri tanısı ile kanserin tipi belirlendikten sonra uygulanacak tedaviye karar verilir. Mide kanseri tedavisi multi disipliner yaklaşımı gerektirmektedir. Uzman ekip çalışması ve dam donanımlı bir hastane ile başarı sağlanabilmektedir. Mide kanseri tedavisinde kansere neden olan tümörün uygun şekilde çıkarılması tedavinin en önemli kısmını oluşturur. Erken evrede yapılan başarılı cerrahi operasyonlar hastanın yaşam süresi açısından çok önemlidir. Ameliyatla hastanın midesinin bir bölümü ya da tümü alınabilir. Midesinin tümü alınan hastalarda, bağırsaktan yeni mide yapılır ve hasta bundan sonraki yaşamını normal bir şekilde devam ettirebilir. Bu şekilde yaşayan hastalara az ve sık yemeyi gerektiren diyet önerileri sunulur. Bazı hastalarda mide alındıktan sonra kanserin şekline göre doktorun belirlediği şekilde ışın ya da ilaç tedavisi uygulanabilir.
Mide Kanserinde Hipertermi Tedavisi
Mide kanserinin evresine göre değişiklik gösteren tedaviler sırasında eğer tümör lenf bezlerine sıçramış ise mutlaka kemoterapi uygulanır. Özellikle ikinci evreden başlayan mide kanserinde operasyon öncesi verilen kemoterapi tedavisi, operasyon sonrasındaki etkinliği arttırmak için çok önemlidir. Ayrıca mide kanseri tedavisinde “Hipertermi” adı verilen sıcak kemoterapi uygun hastalarda başarılı sonuçlar alınmasını da sağlıyor. Hipertermi denilen sıcak kemoterapi aslında son 20- 30 yıldır uygulanan bir tedavi yöntemi. İlk kez kadın kanserleri üzerinde uygulanan yöntem son dönemlerde kalın bağırsak ve mide kanserlerinde de sık sık uygulanıyor.
Mide Kanseri Ameliyatı
Yaklaşık 2-5 saat süren mide ameliyatı sırasında midenin büyük bir kısmı veya tamamı alınmaktadır. Mide ameliyatı sonrası hastanın sık aralıklarla, küçük porsiyonlarla beslenmesi ve besinleri çok iyi çiğneyerek yutması önerilir. Mide kanseri ameliyatı ve tedavisi sonrası, “Mide ameliyatı oldum ve iyileştim” dememeli, düzenli kontrollere devam edilmelidir.
Mide ameliyatı sırasında uygulanan hipertermi yani sıcak kemoterapi; karın zarı ve karın içi organlara yayılan tümörlerde, bu organlar içinde uygun olanlar çıkarıldıktan sonra, özel araçlarla karın içinin 40-42 derecede kemoterapatik ajanlarla yıkanmasıdır. Bu sayede geride kalan tümör hücrelerinin mekanik temizliği gerçekleşirken, aynı zamanda kemoterapi ajanlarının direkt olarak tümör sahasına gitmesine ve yok edilmesine olanak sağlanır.
Mide kanserinden korunmanın en önemli kısmını beslenme alışkanlıklarımızı sorgulamaktan geçiyor. Kırmızı et, salamura besinler, çay, tuzlu gıdalar mide kanserini tetikleyici besinler arasında yer alıyor. İşte mide kanserinden korunmak için dikkat etmeniz gerekenler;
Mangalda Et
Mangalda et çok sevilse de etin yanacak derecede pişmesi ve marine ederken fazla tuz kullanılması etin kanserojen bir gıdaya dönüşmesine neden olur.
Tütsülenmiş Yiyecekler
Özellikle doğu bölgelerinde tütsülenmiş yiyeceklere daha sık rasatlarız. Tütsülenmiş et, balık, peynir, salamura besinler, çiğ tüketilen et, nitrat tuzları içeren yiyecekler, konserve ve hazır gıdalar sizi mide kanserine doğru sürükleyebilir.
Sıcak Çay
Çay genellikle sıcak olarak tüketilse de çok sıcak içilmesi durumunda yemek borusu ve mide mukozasının üzerinde tahrişe neden olur. Bu tahriş de kansere zemin hazırlar. Sıcak çay, Karadeniz ve Doğu Karadeniz bölgesindeki mide kanserlerinde sıklıkla karşılaşılan nedenlerden biri
Gastrit ve Ülser
Helicobacter pylori enfeksiyonu gastrit ve ülsere neden olduğu gibi mide kanseri nedenlerinden biridir. Gastrıt ve ülser durumlarında mutlaka bu bakterinin ortadan kaldırılması gerekir. Ayrıca sigara ve alkol kullanımından da mide kanserinden korunmak adına uzak durulmalıdır.
Kirli Hava ve Su
İçtiğiniz sudaki çinko ve kurşun oranı mide kanserine neden olan önemli bir etkendir. Ayrıca soluduğunuz havadaki talk ve asbestoz gibi çevresel faktörler de risk faktörleri arasındadır.
Mide Şikâyetleri
Mide kanseri kimi zaman sinsice ilerleyebilir ve hiç belirti vermeyebilir. Mide ağrısı, hazımsızlık, iştahsızlık gibi belirtiler fark ettiğinizde mutlaka uzman bir doktor kontrolüne başvurmalısınız.
C Vitamini
Mide kanserine karşı C vitamini yönünden zengin besinler tüketmek ve stresten uzak durmak son derece önemlidir.